(2015 yılının ortasında kaleme alınarak ilgi makama gönderilen ve sonrasında özetlenerek ve revize edilerek, TURCOMONEY dergisinde yayımlanan yazıdır)
A- REEL SEKTÖRÜN AÇIK POZİSYON SORUNU
Reel sektörün döviz kredisi kullanabilmesi geçmişte çoğunlukla ihracat ve yurtdışı mütehahitlik hizmetleri gibi döviz kazandırıcı işlemlerin varlığına bağlı iken, özellikle 2009 yılında Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkındaki 32 sayılı Kararın 17’inci maddesinde yapılan değişikliklerle bu şartlar gevşetilmiş ve reeel sektörün bankacılık sektörü kanalı ile döviz ve dövize endeksli kredi (DEK) ‘lere, erişimi kolaylaştırılmıştır.
TC Merkez Bankası tarafından yayımlanan aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere, bu gelişmelere bağlı olarak reel sektörün döviz pozisyon açığı hızla artarak Ağustos 2016 tarihi itibari ile 210 milyar dolara yükselmiştir.
Yukarıda verilen tablodan da anlaşılacağı üzere; bu rakam reel sektörün yurtiçi ve yurtdışından sağladığı döviz kredilerine ilişkin toplamı göstermemektedir. Bu hususa özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu rakam bir döviz açığıdır. Türk reel sektöründe faaliyet gösteren tüm firmaların dövizli varlık ve alacakları düşüldükten sonra ihtiyacı olan ve ödemek zorunda olduğu dövizli borç ve yükümlülüklerinin miktarını göstermektedir.
Anılan bu pozisyon açıklarının ciddi bir tehlike oluşturup oluşturmadığını söyleyebilmek için dört bilgiye ihtiyaç vardır.
Bu pozisyon açıklarının türev ürünleri ile koruma (hedge) altına alıp alınmadığı,
Anılan pozisyon açıkları karşılığında ilgili şirketlerin yurtiçi ve yurtdışında yeterli döviz varlığının olup olmadığı,
Sağlanan bu döviz kaynaklarının karşısında ne düzeyde bir döviz alacağının (ihracat vs..) yaratılabileceği,
Bilançoların pasifinde yer alan yurtdışından sağlanan bu dövizli kaynağın ne kadarlık bölümünün şirketlerin hakim hissedarlarına ait olduğu.
Birinci durum ile ilgili olarak olumlu bir cevap verebilmek mümkün değildir. Çünkü, Türk Reel Sektörü aradan geçen bunca yıla rağmen “düşük enflasyon, dolayısıyla da düşük kar marjı“ gerçeğine kendini adapte edememiştir. Hala 2002 öncesinde olduğu gibi “yüksek enflasyon, yüksek kar marjı” dönemi devam ediyormuş gibi; kurumsallaşmadan bir haber, risk yönetimi, iç kontrol ve iç denetimden oluşan iç sistemlerin ne kadar önemli olduğunu bilmeden, maliyet analizlerini önemsemeden, bütçe yapmadan, sağlıklı bir kayıt ve muhasebe sistemi kurmadan faaliyet göstermeye devam etmektedir.
Oysa artık günümüzde yüksek kar marjları yoktur. Yapılan hatalar geçmişte yüksek kar marjları arasında kaybolup giderken, günümüzde bu hatalar bütün bir yılın karını götürebildiği gibi, o şirketin iflasına bile neden olabilmektedir.
Günümüzde reel sektöre bakıldığında; bu yeni döneme göre kendini uyarlayan ve gerekli önlemleri alan firmaların sağlıklı bir biçimde faaliyetlerine devam ettiği, yukarıda da belirtildiği üzere hala eski alışkanlıklara göre faaliyet göstermekte ısrar eden şirketlerin de çok zor duruma düştükleri ve sık sık “Nerede Bu Devlet” demeye başladıkları görülmektedir.
Bu ikinci grup şirket tipi maalesef reel sektörün ağırlığını oluşturmaktadır.
Reel sektörün bu belirttiğimiz yapısını dikkate aldığımızda, 210 milyar dolar gibi devasa boyutlara ulaşan bu döviz pozisyon açığının, çoğunlukla Türev enstrümanlarla koruma altına alındığını söyleyebilmemiz mümkün değildir.
İkinci durumda belirtilen, reel sektörün bu döviz pozisyon açıkları karşısında yurtiçi veya yurtdışında yeterli döviz varlığının olabilme ihtimali de düşük görülmektedir. Geçmişte yürürlüğe konan “Varlık Barışı” uygulamalarının sonucuna baktığımızda böyle bir tahminde bulunabiliriz.
19.08.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6736 sayılı “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun”da yer alan “Varlık Barışı” konusunda getirilen yeni düzenlemeler, ciddi oranlarda açık pozisyonu olan şirketler için önceki düzenlemelere göre göreceli olarak önemli avantajlar getirmektedir. Borçların kapatılmasında kullanılacak varlıkların Ülkeye getirilme zorunluluğunun olmaması gibi yeni düzenlemeler anılan şirketler için önemli bir fırsat yaratmaktadır. Bu süreç devam etmektedir. Bu nedenle bu düzenlemenin mevcut açık pozisyon sorununa yapması beklenen katkının boyutunu görebilmek için biraz zamana ihityaç vardır.
Üçüncü ve dördüncü duruma ilişkin ise elimizde net veriler bulunmamaktadır. Ancak burada sorunun önemli oranda çözümüne katkı sağlayacak bir varlık ve alacağın bulunmadığı tahmin edilmektedir. Nitekim TCMB’nin 2014 Finansal İstikrar Raporu’na göre; Borsa İstanbul'da işlem gören 317 şirket Türkiye GSMH'sının yüzde 20'sini oluşturmakta olup bu şirketlerden yüzde 58’i yani 185 tanesinin açık döviz pozisyonu vardır. Açık pozisyonu olan 44 firmanın ise hiç döviz geliri yoktur.
Bugün itibari ile daha öncesinde olduğu gibi, Türk Bankacılık Sektörü’nde ve banka dışı finansal kesimde bu sektörlerden kaynaklı ciddi bir açık pozisyon tehdidi yoktur. Bu sefer tehlike reel sektör kaynaklıdır. Yani olası kur artışlarında yine aynen 1994, 2000 ve 2001 yıllarında Ülkemizde yaşanan krizlerde olduğu gibi, fazla kar hırsı ile bilinçsizce yaratılan bu döviz pozisyon açıklarının reel sektöre dolayısıyla da başta bankacılık sektörü olmak üzere banka dışı finansal kurumlara ve nihayetinde de Türk ekonomisine büyük zararlar verebileceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.
Nitekim son aylarda kurlarda görülen artışlar bu olumsuz tablonun daha da belirgin bir biçimde ortaya çıkmasına neden olmuştur.
B- ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Türk reel sektörünün döviz pozisyon açığı sorununun çözümü elbette mümkündür. Ancak öncelikle nihai olarak çözümün çok kısa vadeli olamayacağını ve tek bir önlem alınarak da çözülemeyeceğini kabul etmemiz gerekmektedir. Görüşlerimiz aşağıdadır;
1- Sorunun etkin ve nihai biçimde çözümünün;
Reel sektörün kurumsallaşmasından geçtiğini, her şeyi Devletten beklemeden, yüksek kar marjlarının artık geçmişte kaldığı gerçeğini görerek, kendilerini günümüzün gerçeği olan “düşük enflasyon, düşük kar marjı”na göre yapılandırmalarından ve risk yönetiminin temel prensiplerine uygun davranmaktan, geçtiğini unutmamak gerekmektedir. Kuşkusuz bu uzun soluklu bir önlemdir. Ancak zararın neresinden dönülürse kardır denilerek biran önce bu önlemler alınmalı ve bu yapılandırma sağlanmalıdır. Aksi halde ileride çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalınacağı çok açıktır.
2- Bankacılık sektöründe olduğu gibi reel sektörde faaliyet gösteren belirli büyüklükteki (halka açıklık bir kriter olabilir) firmalara, sahip olacakları döviz pozisyon açıklarını öz kaynakları ile ilişkilendirerek sınırlama getirmektir. Bu konuda düzenleme yapmak hiç de zor değildir. Ancak sorun düzenleme yapmak değil, bu düzenlemelere uygun davranılıp davranılmadığını kontrol etmektir. Belirlenecek kapsama göre değişecek olmakla birlikte çok sayıda şirketi denetim altına almak ve etkin biçimde takip etmek pratikte çok kolay değildir. Kapsamı dar tutmak kaydı ile bu önlem, sorunun çözümüne katkı sağlayabilir.
3- Şirketlerin dövizli borçlanmalarına yönelik olarak, dövizli varlık ve alacak yaratabilme kapasitelerine göre bazı düzenlemeler yapılması da yararlı olacaktır. Yürürlükteki düzenlemelere bağlı olarak bu düzeydeki döviz pozisyon açığının yaratılabildiği gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle dövizli borçlanmayı daha da kolaylaştıran 2009 yılında 32 sayılı Karar’ın 17’inci maddesinde yapılan değişikliklerin de bu paralelde tekrar gözden geçirilmesi, mevcut sorunun çözümüne, en azından büyümesini engelleyerek katkı sunacaktır.
4- Şuana kadar gerçekleştirilen Varlık Barışı Uygulamalarında arzu edilen seviyelerde olmasa da belirli bir sonuç elde edilmiştir. Bu uygulamalar genellikle kurların yatay seyrettiği dönemlerde gerçekleştirilmiştir. Oysa bugün çok farklıdır.
“Varlık Barışı” konusunda getirilen yeni düzenlemeler, ciddi oranlarda açık pozisyonu olan şirketler için önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu konu ilgili otoritelerce ısrarla ve önemle takip edilmelidir.
Tabi bu noktada bu borç ve taahütlerin kapatılmasında kullanılacak varlıkların suçtan elde edilmemiş olmasına da özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesi mücadelesi yürüten FATF ve FinCEN gibi uluslararası kuruluşlarla zaten sorunlu olan ilişkilerimiz daha da başımızı ağrıtabilecektir.
5- Daha önce de bahsedildiği gibi, elde herhangi bir veri olmamasına rağmen pozisyon açıklarına neden olan yurtdışı borçlanmaların bir bölümünün bu borçlanmaları gerçekleştiren şirketlerin hakim hissedarlarına ait olma olasılığı vardır.
Diğer yandan pozisyon açığı bulunan şirketlerin daha çok ihracat geliri yaratabilme ve dolayısıyla da pozisyon açığı riskini azaltabilme potansiyeli de sözkonusudur.
Her iki durumun varlığı kuşkusuz pozisyon açığı tehlikesini azaltacak, ancak çoğunlukla ortadan kaldırmayacaktır.
Dolayısıyla mevcut sorunun çözümü için alınması gereken bir başka etkili önlem de, şu ana kadar hep ihmal edildiği üzere; döviz pozisyon açıkları konusunda bir farkındalık yaratılması hususudur. Bu bağlamda bu açıklardan korunmak için türev ürünler konusunda reel sektör bilinçlendirilmeli ve yönlendirilmelidir.
Bu meyanda T. Bankalar Birliği ile irtibata geçilerek maliyeti yüksek olduğu için caydırıcı da olduğu bilinen Türev Ürün Sözleşmeleri konusunda gerekli adımların atılması, bu pozisyon açıklarının koruma altına alınmasını teşvik edecektir. Bu maddede belirtilen önlemin diğerlerine göre daha kısa vadede sonuç alıcı ve etkili bir önlem olduğu şüphesizdir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, sorun tek bir önlem alınarak çözülemeyecek kadar büyük ve önemlidir. Ülke ekonomisini de çok yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle bahsi geçen önlemlerin ilgili taraflar arasında tartışılması ve sonucunda gerekli önlemlerin ivedi olarak alınmasının, sorunun çözümüne önemli katkılar sağlayacağı düşünülmektedir.
Dr. Ramazan BAŞAK
E. Bankalar Yeminli Murakıbı
Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi