BAŞAK FİNANSAL DANIŞMANLIK, DENETİM VE EĞİTİM

Blog

KAMU GÖREVLİLERİ VE AHLAKİ DEĞERLER

 

Kaynana programları diye adlandırılan kavgalı gürültülü sabah programlarının yaygınlaşması sonrasında yazarı olduğum bir internet sitesinde, yıllar önce “Rating ve Toplumsal Ahlak” başlıklı bir yazı kaleme almış ve bu programların ahlaki değerlerde ciddi bir yozlaşma yarattığını belirterek, önlem alınması gereğine vurgu yapmıştım. Ancak herhangi bir önlem alınması bir yana bu programlar bugün çok daha artmış ve daha geniş kitlelere hitap edebilecek kapasiteye ulaşmıştır.

Böyle bir giriş ile bu yazımıza başladık. Çünkü, ahlaki değerlerdeki bozulma toplumun daha geniş kesimlerini de içine alarak yayılmaktadır. Bugünkü yazımız, temelde aynı soruna işaret eden ve kamu görevlilerinin sahip olması gereken ahlaki değerlerdeki bozulmayla ilgili olacaktır. Aşağıda bu konudaki kanuni düzenlemeler ve verilecek somut bir örnek ile bu düzenlemelerin ahlaki değerlerle olan çelişkisinin altı çizilmeye çalışılacaktır.

Belirli niteliklere sahip kamu görevlilerinin, bu görevlerinden ayrıldıktan sonra üstlendikleri görev ve yetki alanları ile ilişkili olan özel şirket ve kuruluşlarda görev alması, yıllardır önemli tartışmalara konu olmaktadır.  

“Kamu Görevlerinden Ayrılanların Yapamayacakları İşler Hakkında” 2531 sayılı Kanun’un “Kapsam” başlıklı birinci maddesinde belirtilen kamu kurumlarında çalışmış  olan görevlilerle ilgili yasak ve süreye ilişkin aşağıdaki gibi düzenleme yapılmıştır. 

Madde 2 – Birinci madde kapsamına giren yerlerdeki görevlerinden hangi sebeple olursa olsun ayrılanlar, ayrıldıkları tarihten önceki iki yıl içinde hizmetinde bulundukları daire, idare, kurum ve kuruluşlara karşı ayrıldıkları tarihten başlayarak üç yıl süreyle, o daire, idare, kurum ve kuruluştaki görev ve faaliyet alanlarıyla ilgili konularda doğrudan doğruya veya dolaylı olarak görev ve iş alamazlar….

Vergi incelemesine yetkili olanlar, görevlerinden ayrıldıktan sonra üç yıl süreyle, görevden ayrılış tarihi itibarıyla son üç yıl içinde nezdinde inceleme yaptıkları mükellefler veya bu mükelleflerle ilişkili kurumlarda herhangi bir görev veya iş alamazlar,

Kanun koyucu sabit görevde olanlarla, sadece vergi inceleme ve denetim görevinde olanları ayrı ayrı düzenleme altına almıştır.  

5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun aşağıda yer alan “Yasaklar” başlıklı 86’ıncı maddesinde, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkan ve Kurul Üyeleri ile ilgili paralel bir düzenleme yapılmıştır.

“……………………… Kurul Başkan ve üyeleri, görevlerinden ayrılmalarını izleyen iki yıl içinde Kurumun denetlemekle ve düzenlemekle görevli olduğu sektör ve alandaki özel kuruluşlarda görev alamazlar. ……..”

BDDK’da denetim görevini ifa eden Bankalar Yeminli Murakıpları ve sayılan diğer denetim görevlileri için vergi inceleme yetkisine haiz olanlar gibi bir düzenleme yapılmamıştır.

Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından atanan ve son derece önemli yetkilerle donatılmış bulunan Kurul Başkan ve Üyelerinin görevden ayrılmalarını takip eden iki yıl süre ile sektörde görev alma yasağı olumlu bulunmakla birlikte düzenlemenin eksik olduğu düşünülmektedir. Bu görevlilerin herhangi bir bankaya ait Bankacılık Kanunu’nda yer alan son derece önemli ve ağır müeyyideler içeren bazı maddelerinin karar görüşmelerine katılmış ve oy kullanmış olmaları durumunda da iki yıllık süre aranmaksızın o bankanın yönetiminde görev almaması gerekmektedir. Daha önemlisi kişinin zaten böyle bir görevi kabul etmemesi, basit ama temel bir ahlaki kural olarak görülmelidir.   

Nihai değerlendirmeyi okuyucuya bırakmak üzere gerçek bir olaydan hareketle somutlaştıralım.

Bankacılık Kanunu’nun en ağır ceza gerektiren maddesi kuşkusuz “Zimmet” başlıklı 160’ıncı maddesidir. Maddenin kısaltılmış hali aşağıdaki gibidir.

“Görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları kendisinin ya da başkasının zimmetine geçiren banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları, altı yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkûm edilirler.

Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde faile on iki yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası verilir …”  Maddede öngörülen hapis cezası, bazı durumlarda 20 yıla kadar yükselmektedir.

Ülkemizin hukuk sisteminde çoğunlukla seri cinayetler ve terör faaliyetleri dışında 20 yıla kadar hapis cezasını gerektiren çok düzenleme yoktur. Bankacılık suçlarında uygulanan ağır cezaların temel nedeni, halkın tasarrufları ile faaliyet gösteren bankacılık sektöründe tasarrufları ve finansal piyasaların güven ve istikrarını korumaktır.

Şimdi BDDK Bankalar Yeminli Murakıpları tarafından bir bankanın gerçekleştirdiği kötü niyetli ve hileli işlemler sonucunda bankanın çok ciddi düzeyde zarara uğratıldığı tespit edilmiş ve Kanun’un 160’ıncı maddesine aykırılık içeren bir rapor düzenlenmiş olsun. Bu rapor, Kurumun tüm alt birimlerinde değerlendirildikten ve Zimmet suçunun işlendiğine kanaat getirildikten sonra görüşülüp karara bağlanmak üzere BDDK’da Kurul üyelerinin önüne gelecektir. Kanun’a göre 7 kişilik Kurulda 4 kişinin banka zararı, dolayısıyla da zimmet suçu yoktur yönünde oy kullandığını varsayalım. Bu durumda düzenlenen denetim raporlarının aksine söz konusu işlemlerde zimmet suçunun olmadığına karar verilecek ve konu kapatılacaktır.

Aksi yönde karar verilmiş olsa, ilgili banka üst yönetimi görevden alınacak ve yargı yolu açılacaktır.  Muhtemelen de ondan sonra meydana gelebilecek olan banka zararına sebebiyet veren, birçok kanuna aykırı işlemin de önüne geçilebilecektir.     

Tüm bu yaşananlardan sonra, çok ciddi düzeyde banka zararı ve zimmet suçunun varlığını tespit eden denetim raporlarının aksine,  böyle bir zarar ve suç yoktur yönünde oy kullanan Kurul üyelerinin 2 yıl sonrasında o bankanın ve iştiraklerinin üst yönetiminde görev aldıkları ve menfaat ilişkisi içerisine girdiğini gördüğünüzde, ne düşünürsünüz?

Daha da detaya girmeden somut olayımızın hem Kanun, hem de ahlaki açıdan değerlendirmesini okuyucuların takdirine bırakalım. 

 

                                                                            Dr. Ramazan BAŞAK

E. Bankalar Yeminli Murakıbı